Çok eskilerde, bir ülkenin sevilen bir padişahı, bu padişahın da Zühre adında güzeller güzeli bir kızı varmış. Yıllarca
çocuğu olmayan padişaha Allah yaşlanma döneminde nur topu gibi bir kız evlât ihsan edince, ona “yıldız” anlamına
gelen “Zühre” adını koymuş padişah.
Zühre altı yaşına geldiğinde yüzündeki sağlık ve güzellik parıltılarıyla gerçek bir yıldız gibi görenlerin gözlerini kamaştırır
olmuş. Ne var ki, sarayın gül bahçesinde oynarken sonbaharın serin rüzgârlarından üşümüş, hastalanmış Zührecik. O gece
ağrılarla girdiği yatağından bir daha kalkamamış ve günlerce ateşler içinde yatmış.
Padişah deliye dönmüş biricik kızının hastalığından. Ülkenin bütün hekimleri bir bir gelerek bu güzel kızı eski sağlığına
kavuşturmak için ellerinden geleni yapmışlar. Ama bir düzelme, iyileşme yokmuş Zühre’de. Tüm saray, tam ülke çaresizlik
içinde derin bir kedere boğulurken umutlar da gün gün erimeye başlamış.
Göklerin gürlediği, sert şimşeklerin çaktığı ve delice rüzgârların estiği bir gece Zühre iyice kötüleşmiş. Solukları zor fark
ediliyormuş artık. Derin uykularda arada bir inliyor, her iniltiyle yaşam bağlarından birini koparıyormuş sanki. Padişah ağlıyor,
dualar ediyormuş başında. Ve Zühre bir yıldız gibi bu âlemden öbür âleme kayıyormuş hızla.
Padişah son bir kez eğilmiş, omuzlarından tutarak sarsmış yavrusunu.
– Zührem! Yıldızım! Güneşim! Daha başındasın yavrum. Böyle tez bırakıp gitme ne olur. Gitme!
Bu iç paralayıcı yakarışlar karşısında derin uykularından sıyrılmış, gözlerini
açmış Zühre. Dudakları zorlukla kıpırdamış, fısıldamış inleyerek.
– Benim suçum yok baba. Adımı sen Zühre koymadın mı? Bana
yıldızım demedin mi? Yıldızlar doğar da söner de babacığım. Bak,
tek yıldız yok gökyüzünde bu gece … Ben de onlardan biriyim ve
onlar gibi kararıyorum …
Padişah ölüm acılarıyla kıvranmış bu sözlerden. Gözlerinden yaşlar süzülmüş. Pencereyi açıp “Ahh Zühreee” diye haykırmış..
Bu acılı ses dağa çarpmış taşa çarpmış, yankılanmış.
Sonra dalga dalga akarak derin kış uykularında olan ateşböceklerinin yurduna ulaşmış. Yüzlerce, binlerce ateşböceği
yuvalarından havalanıp sesin geldiği yöne var güçleriyle uçmuşlar ve gelip saray bahçesindeki o büyük çınar ağacının çıplak
dallarına konmuşlar. Ve yakmışlar tüm ışıklarını. Koca çınar ağacı, gökteki yıldızlar gibi parlak ışık noktacıklarıyla dolmuş.
Birden soluğu kesilmiş padişa…
Devamı derginiz Türkiye Çocuk’ta, abone olmak için tıklayın.