– Merhaba dostum molok, nasılsın?
– Merhaba Acar Kız çölümüze hoş geldin. Sağlığına duacıyız biz iyiyiz çok şükür sen nasılsın?
– Yahuu bu nasıl bir hal hatır sorma. Dikenlerini gören senden
korkar ama maşallah pamuk gibisin.
– Görünüşe aldanma diyen insanoğlu ama görünüşe aldanan hep kendisi.
– Felsefi düşünen bir yanım da var diyorsun.
– Estağfirullah kendimizce bir şeyler düşünüp karaladığımız doğrudur.
– Acaba çöl sıcağı beni çarptı mı 🙂 Bir kertenle ile bu şekilde konuşmak bünyemi daha fazla sarmadan biz klasik konuşmaya geçelim.
– Bizim buralar, Avusturalya çölleri sıcaktır. Elbette misafir baş tacıdır.
– Ya Rabbim aklıma mukayyet ol… Biz kendinden
bahseder misin?
– Bir nefeslik canı olan çölde yaşayan…
– Dur dur! Yahu böyle değil biyolojik olarak anlat.
– Sürüngenler sınıfının, kertenkeleler takımının, agamagiller
ailesinden dikenli kertenkeleleriz.
– Dikenli olduğunu anlamamak imkânsız.
– Öyle… Baş, gövde, kuyruk ve bacaklarımız dikene benzeyen sivri
uzantılarla kaplıdır. Bu çıkıntıların kesiti üçgen şeklindedir ve hepsi
de gül dikenleri gibi sivridir.
-Tıpkı atkestanesi gibisiniz.
– Pek güzel benzettin. Vücudumuz topak gibi olduğundan yürürken bizi atkestanesine de benzetenler olur.
– Gerçi sizi yürürken görmek dururken görmekle pek farklı değildir.
– O kadar da değil ama evet telaşımız olduğunda bile ağır ağır yürürüz. Ne demişler acele işe şeytan karışır.
– Aman konu dağılmadan bir soru daha sorayım. Dikenlerinizi gören düşman size yaklaşamaz değil mi?
– Esas düşman dışarıda değil ki içimizde. İçimizdeki kötü heves ve düşünceler.
– Vaaaaay! İşte bu sözüne ben bile bittim. Sıcak beni böyle eritmemişti.
– Teşekkür ederim. Ne diyorduk… Düşman… Bir düşman görünce başımızı ayaklarımızın arasına alırız. Böylece ensemizdeki dikenli kambur ortaya çıkar.
– Düşmanlar da bundan korkup kaçar.
– Bilmem.
– Nasıl bilmem?
– Benim başım eğik olduğundan düşman korkup mu kaçar, halime
gülüp mü gider bilemem.
– Tövbeee… Sen de sahiden pek ilginçsin. İlginç özelliklerinden birisi daha var renklerle ilgili ondan da bahsetsene.
– Bir yerden başka bir yere geçtiğimiz zaman yavaş yavaş renk değiştiririz. Kumlu bir yerde donuk renkte olabiliriz. Ama diğer fonlar üzerinde turuncu, kestane rengi ve siyah renkler de belirir.
– Gördüğümüz gibi çölde yaşıyorsun. Her çöl canlısı gibi gündüzleri pek aktif değilsiniz. Yeme- içme işlerini nasıl yaparsınız?
– Bu tam bir zevktir bizim için. Karıncaların yolu üzerinde bir yere dururuz. Hızlıca geçen karıncaları dilimiz yardımıyla yakalar hoop mideye atarız.
– Karınca yemeyi böyle iştahla anlatan karıncayiyenden sonra ilk canlısındır herhalde.
– Şimdi dakikada 30-45 karınca yani bir oturuşta 1-5 bin karıncayiyen birisinin böyle anlatması normal değil mi?
– Normal olmaz mı elbette normal. Desene sizin öğün süreniz epey uzun.
– Çenemiz zayıflığına bakma. Dişlerimizin üstü kabuğumuz gibi çok girintili çıkıntılıdır. Böylece karıncaları çıtırt diye yeriz.
– Anlaşılan sen açıkmışssın. Ben sohbet için teşekkür edip gideyim sen de yemeğe başla ancak yersin bin iki bin karıncayı 🙂
– Sen de kalsaydın birlikte yerdik.
– Yok sana afiyet olsun. Senin dediğin gibi ben de atasözleri kullanayım ne demişler elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz. Ben eve gidip yemeğimi pişiririm. Hoşça kal.