Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” Irâk vilâyetine
Eshâb-ı güzînden “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
asker gönderdi. Az zamânda Allahü teâlânın izni
ile vilâyetleri feth edip, kiliseleri câmi’, puthâneleri
mescit yapıp, sâlimen ve ganîmetler ile geri Medîne-i
Münevvereye geldiler. Halîfe ile buluştular. Lâkin,
Hazret-i Ömer bunlara aslâ iltifât etmeyip, ne yaptınız
diye de sormadı. Onun bu mu’âmelesi, Eshâb-ı güzîne
gâyet güç gelip, Emîr-ül mü’minînin oğlu Abdullah
ibni Ömer ile mescitte buluşup, şikâyet ettiler. O da
dedi ki, Emîr-ül mü’minîn hazretleri ile bu elbiseler ile
mi buluştunuz. Meğer bunlar acem vilâyetinin güzel
ipekli elbiselerinden giymişler idi. Abdüllah ibni Ömerin
işâreti ile, arkalarına evvelki elbiselerini giyip, geri
hazret-i Emîr-ül mü’minînin huzurlarına geldiler. Ömer
“radıyallahü anh”, bunlara izzet ve ikram edip, her
birinin hâtır-ı şerîflerinden ayrı ayrı sorup, merhaba yâ
Eshâb-ı Resûlullah, merhaba yâ Muhâcirînin ve Ensârın
meşhurları diye, bunları haddin üstünde taltif ettikte,
Eshâbdan biri cür’et edip, sordu:
– Yâ Emîr-el mü’minîn! Hikmeti ne idi ki, evvelki
görüşmemizde iltifât buyurmayıp, nefret eder şekilde
karşılandık. Şimdi ise güzel sûretle karşıladınız.
Cevap buyurdular ki:
-Evvelki gelişinizde, değişik elbiseler giydiğinizi gördüm.
Her birisi gözüme belâ dikeni gibi görünüp, dedim
ki, Sübhânallah! Hilâfet zamanımızda, Eshâb-ı güzîn
elbiselerini değiştirdiler. Birkaç günden sonra, kalpleri
de değişip, dünya zînetlerine meyl ve muhabbetleri çok
olur. Yarın kıyâmet gününde, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerine kavusunca; yâ Ömer,
senin hilâfetin zemanında, benim Eshâbım elbiselerini
değiştirip, sonra kalpleri değişti. Sen niçin nehy etmedin,
mâni’ olmadın diye hitâb ederek azarlamalarından
korktum. Onun için sizlere iltifâta mecâlim olmadı.
Allahü teâlânın izni ile, evvelki elbiseleri görüp, o hâlden
kurtulup, şimdiki hâle geldim, buyurdu.