Birgün İran Şahı, Sultan IV. Murad Han’a bir çok hediyeler gönderir. Bunlar arasında bir de yay vardır. Dünyada bir benzeri olmayan bu yay, son derece serttir ve ancak kuvvetli bir pehlivan bunu gerebilir.
Padişah bu yayı ellerine alır inceler. Hediyeleri getiren İran elçisi sinsi sinsi güler: “Pek serttir efendim!” der. Fakat Murad Han’ın bakışlarını fark edince susmayı tercih eder. Yoksa bu densizliğinden dolayı paçayı kolay kurtaramaz. Padişah, çok kuvvetlidir, pehlivandır. Fakat kendisi yayı kurmayı denemeden önce, başkalarını denemek ister ve : “Bu yayı kim germek diler?” diye sorar. Kimsenin cevap vermesini beklemeden: “Sen gel!” diye nöbetçilerden birini çağırır. Nöbetçi, genç bir Acemi Oğlanıdır. Mektebi yeni bitirmiş ve çok atak olduğu için, sarayda istihdam edilmiştir. Fakat Kılıç ve Hançer kullanmakta mahirdir, yay kullanmamıştır. Yayı eline alır ve derhal germek ister…
Bir… İki…Üç… Kuvvetinin yetemeyeceği bir an bile aklına gelmez, fakat nafile… Heyecandan al al olup tere batar. Padişah bu “kılıç kıran” fedaiyi feda etmek istemez: “Durr!” diye gürler. Askerciğin kalbi neredeyse durayazar. Mahcup ve sıkılarak yayı bırakır. Sultan Murad: “Acem elçisi meğer gerçek konuşurmuş! Yayları hakikaten sertmiş. Herhalde öz memleketlerinde onu kullanan er yok imiş ki, bize yollamışlar! Gelecek Cuma öğle den sonra, saraydaki bütün okçular cem olsunlar… Bakalım bu sert yayı kim yumuşa ta… Elçi dahi hazır buluna!”
Herkes, bilhassa elçi, yarışma gününü iple çeker. Cuma namazından sonra saraya ilk gelen de o olur. Herkes yerini aldıktan sonra Padişah da teşrif eder. Topkapı sarayının en seçme babayiğitleri teker teker huzura gelip yayı germeyi denerler. Her biri üçer defa, son kuvvetlerini harcar. En son Yeniçeri de muvaffak olamaz. Yeryüzünde titretmedik yürek bırakmayan IV. Murad, bütün heybetiyle doğrulup ayağa kalkar. “Şu Acem yayını kurmak, belki de bize kaldı. Ve lâkin “Devlet-i Aliyye” topraklarında, bizden gayrı da er olsa gerek!” Elçi, sanki bir meydan muharebesi kazanmışçasına etrafı süzmektedir. Padişah ferman çıkarır: “Bu yayı Ağa Kapısına asın!.. Dileyen Dilaverler deneye!.. Kim ki kurarsa, Huzurumuza çıkarıla!” Ferman derhal yerine getirilir. Acem Yayı Kışla, kapısına asılır. Ferman da kapı üstüne takılır. O günlerde, Saray Baltacıları arasına yeni alınan, deli fişek bir delikanlı vardır. Adı Hüseyin olan bu gence, bir seher vakti çavuşu: “Bre Hüseyin!.. Sen “Deli-Fişek” bir delikanlısın. Bu yayı germek sana zor mudur?” Diye takılır.
Birlikte Ağa Kapısına varırlar. Çavuş yayı indirir ve Deli Hüseyin’e verir. “Bismillah… Yâ Allah… Yâ Sa’d bin Ebî Vakkas…” diyerek yayı gerince, “şrakk” diye kurulur. Hüseyin hiç zorlanmamıştır. Çavuşun gözleri parlar. “Boşalt!” deyince de, “şrakkk” diye boşaltır. Bir daha… Bir daha… “Aferin Deli Hüseyin” diyen Çavuş, hemen Padişaha haber gönderir. Biraz sonra… Babüssaade Ağası, Sultan IV.Murad’a kahvesini sunarken: “Fermanınız kapıda asılı kalmadı Sultanım. Yay kuruldu, Yeniçeri kurtuldu.” deyince, Padişah: “Tiz gelsinler” buyurur. Vakit kaybetmeden Deli Hüseyin’i huzura çıkarırlar. Padişah: “Haydi yiğidim!… Allah kuvvet versin” diye gürler. Hüseyin, heyecanını yenmeye çalışarak yayı gerer, boşaltır. Sonra tekrar… Sonra tekrar… Sonra Cihan Padişahı sorar: “Adın ne yiğit?” “Hüseyin sultanım” Padişah, sonra emreder: “Tiz Acem elçisine haber salına. Gelmeleri elzemdir.” Bir saat içinde toplanırlar.
Elçi çok korkmuştur. Merakla beklemeye başlar. Hüseyin, bir oyuncak gibi yayı defalarca gerer bırakır. Elçinin gözleri faltaşı gibi açılır.
Sultan IV. Murad Han’ın hassa askeri olan Deli Hüseyin, daha sonra Sultan İbrahim zamanında Kaptan-ı Deryalığa tayin edilir ve Karadeniz’de Rus Kazaklarını mağlup ederek Osmanlı sahillerini emniyet altına alır. Daha sonra Girit’e Serdar tayin edilerek, uzun süren Girit savaşlarını sona erdirir.
(*) Adı geçen yay, günümüzde Topkapı sarayında sergilenmektedir.