Tag Archives: türkiyeçocukdergisi

Tembel Öğrenci Anayasası

Tembel Öğrenci Anayasası

Madde 1: Derse girilmez. Girilirse eğer, derste not tutulmaz. Eğer tutulursa
kişiye tembel denmez.
Madde 2: Sınavdan 1 gün önce not tutmuş bir arkadaşın defterine göz atılır…
Madde 3: Eve gidildiğinde “Yarın sabah göz gezdiririm” diyerek televizyonun
başına geçilir. İzlenecek programa tembel kişi karar verir.
Madde 4: Ertesi gün sınav olduğu düşünülüp, erkenden uyumalı ve kafa
boşsa bile vücut hazır hale getirilmelidir.
Madde 5: Sınav sabahı üşengeçlik seviyesine göre sınava girme ya da
girmeme kararı yine tembel kişiye bırakılmıştır.
Madde 6: Bir şekilde sınav günü okula gidildiyse, tembel kişi, okula derse
çalışmış biri gelmeden kesinlikle çalışmamalıdır. Oturup kantinde çay içmeli
arkadaşlarıyla muhabbet etmelidir.
Madde 7: Derse çalışmış biri geldiğinde ve tembel kişi de şans eseri dersten
geçme şansı olduğunu düşünüyorsa eğer, çalışkan arkadaşa çıkabilecek
soruların ne olduğunu ve onların cevaplarını sorar. bu yönteme nokta atış
yöntemi denir.
Madde8: En fazla 3 tane sınavda çıkabilecek sorulara çalışılmalıdır. Daha
fazla soruya çalışanların tambellik unvanı ellerinden alınır.

#Tembel, #Mizah, #Komik, #Çocuk, #TürkiyeÇocukDergisi, #TembelÖğrenci

Ordan… Burdan…

-Dayanışma, sınıftan birinin telefonu çaldığında hoca
duymasın diye herkesin öksürmeye başlamasıdır…
-Bir anne tedavi şekli olarak: “Git bi elini yüzünü yıka geçer…”
– Facebook’taki eski paylaşımlarını silmeye başladıysan
büyüyorsun demektir…
-Şu hayatta tek imrendiğim kişi; deterjan reklamında
kendini çamura atıp eve gelince dayak yemeyen
çocuktur….
-Küçükken eşek şakalarını eşekler yapar sanırdım….
Büyüdüm, doğruymuş…
-43 numara kadın ayağı mı olur anne yaaa? Terlikle
vurmaya kalksan beyin kanaması geçiririm…
-Annemin yaptığı yemeğe “Bu değil, bu hiç değil, bunlar
değil, beni anlamıyorsun” dedim, enseme şaplağı yedim…
-Pizzayı eliyle yiyen insan samimidir, içtendir, korkusuzdur,
cesurdur, yüreklidir, açtır…

#Ordan, #Burdan, #Mizah, #TürkiyeÇocukDergisi

İnsanlar Neden Bağırarak Konuşurlar?

İslâm alimlerinden biri talebeleriyle Basra kıyısında gezinirken deniz
kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görür.

Talebelerine dönüp:
“İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sorar.

Talebelerden biri:
“Çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince mübarek zat:
“Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden yüksek sesle
konuşuruz? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de
duyurabilecek ve demek istediklerimizi rahat aktarabilecekken niye avazımız
çıktığı kadar boğazımızı yırtarak bağırırız?” diye tekrar sorar.
Talebelerden ses çıkmayınca anlatmaya başlar:
“İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu
uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak
mecburiyetinde kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi
kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları lazım gelir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine
sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya
da çok azdır.

Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?

Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir
süre sonra konuşmalarına bile lüzum kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları
yeterli olur. İşte birbirini hakiki olarak seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra mübarek zat talebelerine bakarak şöyle devam eder:
“Bu sebeple tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine
müsaade etmeyin, izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözlerden uzak
durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp
birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz…

Allahü Teala Muhafaza buyursun…”
Ne demişler…
“Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,
Söyleyecek sözü, fikri kıymetli olan bağırmaz
Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder…

#İnsanlar, #Bağırma, #Sarraf, #Hikaye, #Kalp, #Sevgi, #Mesafe, #TürkiyeÇocukDergisi

Temel Amca Cevapları – Karıncalar

Yağmurda karıncalara neden bir şey olmuyor?

Bir karıncayı alın, suyun içine batırın, saatlerce tutun ölmez. Sudan
çıkardığınızda ölü gibi görünür ama birkaç saat içinde kendine gelir. Biz
insanlar böyle suya batırılsak, nefes alamadığımız için oksijensizlikten
ölürüz ama su karıncaların çok ince olan nefes tüplerinden içeri giremez.
Karbondioksitten narkoz yemiş gibi olurlar. Tabii ki bu süre çok uzarsa
onlar da ölürler ama dayanma süreleri inanılmazdır.
Ne var ki, karıncalar yağmur ve seller altında bu şekilde nefeslerini
tutarak mücadele vermiyorlar. Yağmuru hissedince yuvalarına giriyorlar
ve giriş yollarını tıkıyorlar. Ateş karıncası denilen bir türünde ise karıncalar
birbirlerine tutunarak sel sularının üstünde yüzüyorlar. Bir yerde karaya
vurup çıkıyorlar. Tabii kraliçe karınca ortada, yüksekte
ve mümkün olduğunca kuru tutuluyor.
Karınca yuvaları inşaat tekniği olarak örnektirler.
Yuvanın girişine bağlı ve buradaki suyu alıp
başka tarafa verebilen birçok tünel daha inşa
ederler. Bazıları ise yuvalarının üstünü öyle
sağlam kapatırlar ki, sel sularının bir evin çatısının
üstünden aşması gibi geçip giderler.
Yine de bir aksilik olur, yuva su ile dolarsa, karıncalar
çöp ve yaprak parçalarına veya yukarıda belirtildiği
gibi birbirlerine tutunup yüzebilirler. Çok şiddetli
yağmurdan sonra oluşan çamur tünellerini kapattığı
zaman ise yuvalarını yeniden inşa etmek zorunda
kalırlar.

#TemelAmcaCevapları, #Karıncalar, #Yağmur, #TürkiyeÇocukDergisi

Dünyaya Yön Verenler – Bursa Ulu Camii’nin Sırları

-Fatih Sultan Mehmet Han’ın Belgrad Seferi’nde, yalın-kılıç düşman ordusunun içerisine daldığı ve pek çok düşman kırdığını,
-IV. Murad Han’ın yaklaşık 23 metreden bir madeni parayı ve 30 metreden de bir yumurtayı vurduğunu,
-Yavuz Sultan Selim Han’ın kendi vasiyeti ile sandukası üzerinde, hocası İbn-i Kemalpaşazade’nin atından sıçrayan çamuru taşıyan kaftanının bulunduğunu biliyor muydunuz?

Türk Tarihi’nin en kıymetli eserlerinden Ulu Cami, minberi ile tarihe yeniden ışık tutuyor.
Bursa ilimizin 670 yıllık tarihî Ulu Câmii’nde yapılan bilimsel çalışmalar sırasında, Osmanlı’nın ilim ve sanatta ne kadar ileri gittiğini gösteren belgeler bulundu. Câmi’nin dünyada bir benzeri bulunmayan ahşap minberindeki motifler, en ince teferruatına kadar Nakkaş Mimar Semih İrteş başkanlığındaki bir ekip tarafından çizildi.

KORUMANIN BÖYLESİ
Ahşap motif ve sedef kakmaların kaybolmasına yol açan minberin üzerindeki
12 kat vernik ve cila, özel yöntemlerle kazındı. Böylece minberin motifleri net bir
şekilde ortaya çıkartıldı. Çalışma sırasında açığa çıkan müthiş detaylar ise herkesi
hayrete düşürdü.

MİMBERE KAZILI BİLİM
Yıllar önce inşa edilmiş olan tarihî minber üzerinde, Güneş Sistemi’nin günümüzde
tespit edilen uzaklıklarına göre resmedildiği görüldü. Resimde, Güneş Sistemi’ndeki
gezegenler ile Dünya’nın etrafında dönen Ay da bulunmakta. Ayrıca, gezegenlerin
büyüklükleri gerçek ölçüleri ile örtüşür şekilde bulunmakta.

TEKNOLOJİNİN AKLI ŞAŞTI
Güneş Sistemi yetmez gibi bir de günümüzde dahi gezegen mi yıldız mı
olduğu, tartışılan Plüton’un metal olarak ve gezegenlerden ayrı bir yerde nakşedilmiş
bir halde bulundu.

GEÇMİŞTEN GELEN CEVAP
Minberde Plüto’un, diğer gezegenlerden farklı bir maddeden yapılması, bugünkü
tartışmalara o zamandan cevap bulunduğunu gösteriyor.

HER DEVİRDE, HEP İLERİDE
Dünya’nın döndüğünü söylediği için öldürülen
İtalyan Galileo, Batı dünyasında astronominin
kurucularından biri olduğu iddia edilen kişidir… Ve
Galileo’dan tam 230 yıl önce, 1396 yılında,
Osmanlı âlimlerinin verdiği projeye göre
yapılan, minber… Bursa Ulu Cami’de, ortaya çıkan
minberin sırrı ile Osmanlı Devleti’nin, ilimde ne kadar ileri
bir seviye olduğunu göstermektedir. 14.yüzyılda Güneş
Sistemi, Dünya’nın uydusunu bilmek; günümüzde bile
tartışma konusu ile olan Plüton’ün sırrını o zamanlar çözüp
günümüze cevap bırakmak…
İlim ve bilim bu olsa gerek! Ne şanslıyız ki böyle büyük atalarımız var imiş
Biz de onlara layık olmak yolunda durmayan çalışmaya devam etmeliyiz.

#DünyayaYönVerenler, #BursaUluCamii, #Sırlar, #TürkiyeÇocukDergisi

Şiir – Mevsimlerin Gülü

Mevsimlerin Gülü

Soğuk günler bir bir geçer,
Kuru dallar çiçek açar;
Pırıl pırıl gökyüzünde
Yeşil başlı kuşlar uçar.

Koyun kuzuya karışır;
Lale, sümbülle yarışır.
Taze bahar günlerinde
Mutluluk göğe erişir.

Yürekler durmaz kafeste,
Gezer aheste aheste.
Her nefeste sevgi alır,
Sevgi verir her nefeste.

Sular gibi coşar gönül,
Seller gibi taşar gönül,
Rengârenk bir kelebeğin
Peşi sıra koşar gönül.

Mevsimlerin gülüdür bu,
Mis kokulu dalıdır bu.
İnsan der ki hiç bitmesin;
Sevgi, dostluk yoludur bu.

Yusuf DURSUN

#Şiir, #MevsimlerinGülü, #YusufDursun, #TürkiyeÇocukDergisi

çocuk bahçesi

Çocuk Bahçesi – İyilik Yapmak

İYİLİK YAPMAK

Oymakbeyi, izci adaylarını karşısına toplamış,
onlara izciliğin ilkelerini anlatmaya çalışıyordu:
“Bakın çocuklar,” dedi. “Bir izci, her gün,
hiç olmazsa bir kez birine yardımcı olmalıdır.
Hastalara, yaşlılara, muhtaçlara… Her sabah okula
geldiğiniz zaman size bir gün önce nasıl bir iyilik
yaptığınızı soracağım. Tamam mı?”
Ertesi sabah oymakbeyi çocukları toplayıp sordu:
-Söyleyin bakalım… Dün ne gibi bir iyilik yaptınız?
Bütün çocuklar, hep bir ağızdan:
-Yaşlı bir kadının karşıdan karşıya geçmesine
yardım ettik efendim.
Adamcağız şaşırdı: “Hepiniz mi?”
-Evet efendim, hepimiz birden
-Neden?
-Çocuklardan biri cevap verdi:
-Kadın karşıdan karşıya geçmek istemiyordu da, ondan efendim!

#ÇocukBahçesi, #İyilikYapmak, #TürkiyeÇocukDergisi, #Çocuk, #Yaşlı, #Oymakbeyi, İzci

Hikaye – Neme Lazım

Neme Lazım

Kanuni Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek seviyelere
çıkarır; ama, “Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer,
çökmeye yüz tutar mı?” diye de zaman zaman düşünür…
Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini süt
kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Keşfine,
kerametine inandığı Yahya Efendi’ye el yazısıyla bir mektup gönderir:
“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet
hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün
olur da izmihlale uğrar mı?” diye özetler endişesini.
Devrin kudretli sultanı Muhteşem Süleyman’dan gelen bu mektubu
okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır:
“Nemelâzım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir
mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi
bir zat, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi,
vermemeliydi…
Söylenmeye başlar:
“Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”
Kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gider. Bu sefer
sitem dolu bir şekilde:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu
ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar.
Yahya Efendi duraklar:
“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben
sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “nemelazım
be sultanım!” demişsiniz. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’
der gibi bir mana çıkarıyorum.”

Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri tarih gergefine nakşeder:
“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa…
İşitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese,
bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin,
feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu
görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır.
Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve
izmihlal de böylece mukadder hale gelir…”
Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder.
Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur süt kardeşine. Sonra da memleketinde
kendisini ikaz eden böyle bir alim olduğu için Allah’a şükrederek oradan ayrılır…
***
Devletlerini yükseltenler, fetihler yapanlar “nemelazım” demediler.
“Ne güzel kumandan..!” iltifatına mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri,
Trabzon dağlarını aşarken yanında Karamanoğlu’nun kızı olan halası
bulunmakta idi…
“Sultanım” dedi halası, “bunca zahmete değer mi bir kefere için?”
O koca sultanın ayağında gut hastalığı vardı o zaman ve sarp dağlarda, karların
üzerinde atıyla giderken büyük acılar ve zahmetler çekiyordu. İşte hala yüreği buna
dayanamamıştı…
Fatih, döndü ve halasına şöyle dedi:
“Bibi (hala), bizim zahmetimiz din-ü devlet içindir,
i’la-yı kelimetullah içindir, şahsımız için değildir.
Eğer bu zahmeti çekmezsek bize ‘gazi’ demek yalan olur!”

#Hikaye, #NemeLazım, #KanuniSultanSüleyman, #YahyaEfendi, #FatihSultanMehmed, #TürkiyeÇocukDergisi